Hatayı yakalarken hayatı kaçıran yazılımcı

 Canlıda hata çıkmıştı. Hatayı bulmak için ekip tüm işi bırakmıştı, kırmızı bayrak kaldırılmıştı. Saatlerce uğraşmışlardı ve hatayı yakalamışlardı. İçten içe kızıyordu yöneticisine, acil işlere, kurallara uymayan ekip arkadaşlarına. Kendi projesi olsa böyle hatalar çıkmazdı. Hep yönetimden kaynaklı hatalardı bunlar. Farkında değildi ama projenin nasıl yönetilmesi gerektiğini düşündüğü kadar kendi hayatını nasıl yönetmesi gerektiğini düşünmemişti hiç!

Photo by George Pagan III on Unsplash

Günlerden pazartesi. Sabah toplantısında kahvesini yudumlarken hafta sonunu iyi değerlendiremediğini düşünüyordu. Ne yapmıştı ki hafta sonunda? Ne eğlenebilmişti gönlünce ne de öğrenebilmişti istediği gibi! Toplantıda bitmesi gereken acil işlere yenileri eklenmişti. Çok istiyordu şu toplantılarda yeni teknolojiler konuşulsun, projeyi daha iyi hale getirmek için yapılacaklar tartışılsın. Olmuyordu işte. Bitmesi gereken işlerle dönmesi gereken çarklar arasında sıkışıyordu herkes. Paspasın altına teknik borç atmaya devam ediyorlardı. Oysa o öyle miydi? Hep yeni çıkan teknolojileri takip ediyordu, aklındaki fikri geliştirmeye başlamıştı. En yeniyi ve en iyiyi istiyordu. Ama sadece istiyordu!

Projeye yeni bir özellik eklerken teknik borca takıldı. Bir günde bitmesi gereken iş üç gün sürmüştü. Sonra bir hatayı düzeltirken başka bir hatanın kollarına düştü. Kod dediğin böyle mi yazılırdı yahu! Ah kendisi yönetse şu projeyi, kendi yazılım şirketini kursa, kendi ekibini toplasa neler yapacaktı neler. Tasarım şablonlarına harfiyen uyulacak, en iyi yöntemler uygulanacaktı projede. Ekip mutlu bir şekilde çalışacak, havalı bir şirket olacaktı onun şirketi.

Mesai biterken yine memnun kalmamıştı yazdığı koddan. Daha güzel yazabilirdi kodu. Zaten kullanılan teknoloji eskimişti. Ürünün performansı iyileştirilebilirdi, konteyner teknolojisi kullanılsa uçardı proje, hele bir de mikroservise geçilse neler olurdu neler. Veri tabanı desen çok eskiydi. Ne gerek vardı ilişkiye? Kullanıcı arayüzü desen başka hikaye. Yaz şöyle istediğinde mobil uygulamaya dönüşen güzel bir arayüz. Yapılması gereken çok şey vardı. 

Banyodaki tartıya takıldı gözü. Tartıya çıktı istemeyerek. Kilo almıştı. Yediğine içtiğine dikkat edecekti, spora başlayacaktı, daha çok hareket edecekti. Sırtı ağrıyordu bilgisayar başında çok oturmaktan. Bir yürüyüşe çıksam iyi gelir diye düşündü. Sevdiği dizinin yeni bölümü yayınlanacaktı, kaçırmak istemiyordu bu bölümü. Bari sağlıklı bir şeyler yiyeyim dedi kendi kendine. Buzdolabını bile açmadan telefonundan yemek siparişi uygulamasını açtı. Kanepede uyuyakalmıştı. Okumak istediği yeni çıkan bir blog yazısı vardı. Yarın bakarım dedi. 

Yarın olmuştu. Toplantı, acil işler, hatalar derken günler günleri kovaladı. Nihayet hafta sonu gelmişti. O makaleyi okuyabilir yeni teknolojiyi deneyebilirdi. Sabah geç uyanmıştı, kahvaltı falan derken günün yarısı bitmişti. Arkadaşlarıyla buluştu. Pazar günü bakacaktı o makaleye. Pazar oldu. Uyandı, sosyal medyada takıldı, bir film izledi, evi toparladı biraz, akşam olduğunda pazartesi sendromunu hissetti.

İngilizce kursuna yazılacaktı, github hesabını parlatacaktı, o yeni teknolojiyi deneyecekti, yan projesini geliştirmeye devam edecekti, yarım kalan kitapları vardı okumalık, yazması gerekenler vardı paylaşmalık. Olmadı. Olmuyordu. Oldurmayan o muydu yoksa şartlar mıydı?

Nerede hata yapıyordu? Nereden yakalaması gerekiyordu hayatı? Yoksa o mu yakalanmıştı hataya!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KPSS Çalışan Yazılımcı

On-Prem Çilesi

Yeteneğini Kaybeden Yazılımcı